3.05.2010

Bir dilek tuttum su bardağına attım..!

Bilgisayarın başında otururken bir anda sanki ruhum çıktı bedenimden ve izlemeye başladı olan biteni. Her şey ne kadar gereksiz, insanlar ne kadar mutsuz görünüyor tepeden bakarken.
Kibrit kutusuna sıkışmış organizmalar gibi, oksijensiz, negatif bir odada geçip gidiyor zaman. “Hey dur nereye gidiyorsun!” demek istiyorum, diyemiyorum. Elimi uzatıp ayak bileğinden sıkıca tutup çekmek geliyor içimden. Tutamıyorum, geçip gidiyor her zaman ki gibi başına buyruk.
Aslında ne büyük sancılarımız var da hiçbirimiz farkında değiliz. Düşünmüyor, bilinçsizce yaşıyoruz sadece. Ölü balıklar gibi, istenilen, emredilenler ve dayatılan cümlelerle doluyor, doluyor fakat taşmıyoruz.
Matruşka bakıyor yüzüme. Sanki “aklından geçenleri biliyorum. Hadi kalk gidelim” der gibi.
Çok şey mi istiyorum hayattan sanki. Bir deniz kıyısında kumlara uzanmak, denizin, kuşların sesini duymak, kumdan kaleler yapmak, yıkmak ve sonra tekrar yapmak istiyorum.
Fakat gerçekler gene önümüze setler kuruyor. Kalelerim taş yığınına dönüşüp, devleşiyor.
Yaşamak için çalışmalıyız. Çalıştıkça öldüğümüzün, çürüdüğümüz farkına varmadan, mutsuz ve hatta umutsuzca sadece çalışmalıyız.
Peki ya sonra? Diyorum kendime. Sonrası basit. 60 yaşına gelmiş emekli, romatizma ve çeşitli hastalıklar sahibi, sürekli isyan eden, “aman ölsem de kurtulsam!” diyen birer birey oluyoruz. Emeklilik mi? O da çoluk çocuk, torun torba ile geçiyor.
Tanrım, azad et beni! Sahillerinde çocuklar gibi koşmak istiyorum…

0 yorum:

Yorum Gönder